2 Mayıs 2012 Çarşamba

Bir İnsanın Anavatanı Çocukluğudur


Doğan Cüceloğlu'nun bir yazısına rastladım. Burada. Çok anlamlı bir yazı benim için. Çok duygulandım.
Bir ara bu konuda ve çocukların yaptıkları aktiviteler, katıldıkları yarışlar üzerine okumak, yazmak istiyorum.


Bir İnsanın Anavatanı Çocukluğudur
Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.”
Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini yaptın mı?” Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
- Radikal bir karar!
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
- Eşiniz ne dedi?
- Hocam biliyor musun ne oldu?
- Ne oldu?
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”
- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, “Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
- Eşiniz gelmek istemedi!
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. “Çok mu kötü hocam?” diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. “Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”
- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. “O kadar mı kötü?” diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım. Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
“Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. Kucaklaştık.
“Çocuklar Gülsün diye!” yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler. Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!
Doğan CÜCELOĞLU

1 Yaş

Untitled

1 yaşını doldurmuş minik bir bıdıkla yaşamak öncelikle çok tatlı bir şey. Bazen salonda tostosun oynayışını izlerken, düşünüyorum da, 2 kişiyken 3 kişi olduk bu evde. Ve evin içinde dört dönen minik, bizim oğlumuz. Bundan sonra bizimle yaşayacak. Sanırım bir çocuğum olduğunu kabullenme sürecim ancak tamamlandı. 
Şimdi bunu neden yazdım bilmiyorum. Aslında yazıya başlarken amacım gece uykusu ile ilgili yazmaktı.
İçimden geldi böyle bir giriş yaptım. Uyku konusuna gelince, minik geceleri 3-4 kez uyanıyor. Bazen 1, 1.5 saat uyanık kalıyor. Genelde bir sıkıntısı olduğunda böyle olduğunu düşünüyorum ama sıkıntıyı her zaman tespit edemiyorum. Ve sürekli sebepler ararken buluyorum kendimi. Ki ben artık sormamaya çalışıyorum diyelim çünkü beni deli ediyor bu soru ve bulduğum anlamsız cevaplar. Çünkü bulduğum cevapları doğrulayacak biri yok karşımda. Kendi kendime o muydu bu muydu diye sorarak, bir sebep bulmaya çalışıyorum boşlukta.

Diş mi çıkarıyor acaba ?
Karnı mı acıktı ?
Gazı mı var ki ? (Artık bu soruyu sormuyoruz :))
Burnu tıkalı ondan sanırım. Ki bence bu cevap burnu aktığında en gerçeğe yakın cevap.
Karnı mı ağrıdı acaba. atalım tutsun.
Kulakları kaşınıyor, neden ki? vs vs

Aslında ilk aylardaki uykusuzluğumuzu hatırlayıp, şimdiki gece uyanışlarımı bunlar birşey değil canım, diye geçiştirmem lazım . Ama ilk zamanlardan beri, bir noktada rahata erme beklentim sebebiyle, şimdi daha az uykusuz kaldığımda bile bu neydi diye kendi kendime soruyorum. Ki düşününce ilk ayları, şimdi tosur tosur uyuyorum.

Kendime Not - tamamen rahata erme diye bir şey yok. Her ayın, her günün kendine has getirileri var. (bunu yazıyorum ama hala belki de vardır diye bir his var içimde)

16 Nisan 2012 Pazartesi

Oğlum,

Bir tanem,
Bu sana ilk mektubum. Oğlum diye başlayıp annen diye bitireceğim ilk mektup. Çok heyecanlandım şimdi. :) Senin bir gün bu mektubu okuyacağını bilmek çok değişik, çünkü şimdi miniciksin, 1 yaşında bir minik.

Cumartesi günü, 14 Nisan, ilk doğum gününü kutladık. Çok tatlı bir duygu bu. Çok duygulandım. Geçen sene bu zamanları hatırladım. Minik ellerinle doğuşunu. Seni ilk kez kucağıma alışımı. İlk emzirişimi. Turuncu minik kafanı :) Minicik gözlerini açışını. Kucağımda güvende hissetmeni. İlk uykusuz gecemizi. Ve bu bir sene ilkler hep devam etti. Ve biz her yeni ilk de çok heyecanlandık.

Bir an önce büyümeni değil, her anını doya doya yaşamayı istiyorum seninle.

Önümüzde kocaman yeni saatler, günler, aylar, yıllar var seninle beraber.

Bir tanem benim oğlum olduğun için, beni seçtiğin için ve ben de seni seçtiğim için çok mutluyum, çok şanslıyım.

İyi ki geldin hayatımıza.
Seni çok seviyorum bir tanem, minik tostosum.

Annen, :)

27 Kasım 2011 Pazar

Yemekler

Oğlum 7 buçuk aylık oldu. Hala emziriyorum ve ek gıdalara da geçtik. Bizim doktorumuz blender kullanımını pek tavsiye etmedi. Açıkçası bu bana da uygun. Emzirdiğim için ek gıdalara geçişi blender sız yapabiliriz diye düşündüm. Yalnız taneli yemekleri yedirmekte zorlanıyorum. Yeni yeni çorbalar yemekler yapmayı öğrenmeye çalışıyorum.

Bebek yemekleri için baktığım sitelerden biri http://www.bebekyemeklerim.com

2 Ağustos 2011 Salı

3.5 ay

30 temmuz 2011 - oğluş sırt üstü dururken yüzüstü döndü. :) ve de ellerini kavuşturmaya başladı. Tam 3.5 aylık. Unutuyorum ne zaman neyi yaptığını, nasıl güldüğünü ya da karşılık verdiğini.
Mesela oyuncaklarına yumruklarıyla vurup oynuyor. örtüleri, kendi body sini, benim tshortumu fln tutuyor çekiştiriyor.

21 Haziran 2011 Salı

2.5 ay

2.5 ay oldu miniğim geleli. Bayağı oldu bana göre.. Günler hem uzun geçiyor hem hızlı geçiyor. Hem yoruluyorum hem minik oğlum için daha çok enerjim olsun istiyorum. Neyi nasıl yapmam gerektiği ile ilgili pek çok şey söyleniyor. Rutinler, uyku saati, emme aralığı vs vs vs.. Tüm bunlar arasında kendimi kaybetmeden, oğlumun ihtiyacının ne olduğunu anlamak ve ona göre hareket etmek istiyorum. 2.5 aylık bir minik bu kadar planlı programlı yaşamak zorunda değil. Hangimiz yaşıyoruz ki, bebeklere bu kadar katı kurallar uygulamaya çalışıyoruz. Önemli olan, onun neye ihtiyacı olduğu. Belki bebeklerin temel ihtiyaçları benzerlik gösterebilir, ama her bebek ayrı bir birey ve her birinin gün içinde ihtiyaçları farklı olabilir.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

40 gün

Çook zaman yazmadım. hamileliğimin son trimestri yok burada. bir ara yazarım belki neler olduğunu.
Minnak aramıza katılalı 40 gün oldu. Büyüklerin 40 günlük olsun söylemi doğruymuş. Bu 40 gün annenin ve bebeğin yeni dünyaya ve birbirlerine alışması için gereken süreymiş. Demek ki.
30 gün de önemli bir milestone aslında.
Ne mi oluyor. şu oluyor.
1 - Anne, bebek niye ağlıyor az çok tahmin edebiliyor.
2 - Anne uykusuzluğa bir miktar alışıyor, en azından kabulleniyor.
3 - Anne bebeğin ne zaman uyuyacağını tahmin edebiliyor. Bu sayede, kendisine zaman ayırabiliyor.
4 - Bebek kaka yapmayı (çok önemli :) ), gaz çıkarmayı öğreniyor.
Şimdilik aklıma gelenler bunlar.
Biz de iki gündür dışarı çıkıyoruz, minnakla. 15 er dakika parkta gezdik iki gün de. Tabi minnak henüz alışmadı sanırım. Dışarıda hiç sesi çıkmıyor, etrafı izliyor. Ama sanırım yoruluyor.. Yine de dışarıyı sevmesi çok hoşuma gitti.

25 Ocak 2011 Salı

28. Hafta

3. trimestr başladı :)
Göbeğim özellikle son 2-3 haftada bariz büyüdü. Kilo durumuma gelince 8 kilo aldım şimdiye kadar.
Yalnız iştahım açıldı diyebilirim. Canım birşeyler isteyen bir insan oldum. Özellikle de tatlı. Bu isteklerimi bastırmıyorum sadece dengeli yemeye çalışıyorum. Zaten çok yediğimde şişiyorum, o da rahatsız ediyor.

Çok ayakta kalırsam belimde biraz ağrı oluyor. Ama çok kötü değil neyse ki. Bu yüzden bazen dinlenmeyi unutabiliyorum.
Pek egzersiz, yürüyüş yaptığım da söylenemez. Geçen gün evde hamilelik yogası yaptım. Çok da hoşuma gitti. Sakin sakin yavaş hareketlerle yapılan bir yoga türü.
Bu dönemde yavaş hareket etmeyi seviyorum :)

Vee miniğin odasını aldık ! Heyooo :) Mothercare'den aldık. Pure dan karyola ve dolap, westbury den de şifonyer ve tallboy aldık. Ben çok sevdim. :)

Miniğin beşiği için annem gri sünger almış.

Şimdi içine yatak ne almamız gerektiğini araştırıyoruz. Mothercare de sıkıştırılmış köpük ya da Yataş'ta yarı ortopedik yaylı yatak alternatifleri var. Hangisi daha kullanışlı ve sağlıklı bilemiyorum. Mothercare yataklarının kalınlığı 10-12 cm arasında. Yataş'ta ise kalınlık 18-20cm gibi. Nedense mothercare bu kalınlığa takmış durumda.

4 Ocak 2011 Salı

24 Bitti, 25'in içinde

3. trimestr a az kala, yapılacaklar listeme göz atma vaktim geldi diye düşünüyorum.
Bu haftasonu ufaklığın odasına bakacağız.
Temelde iki çeşit karyola alternatifi var. Uzayan ve uzamayan. Hangisini alırız hiç bilmiyorum. Benim için yerden çok yüksek olmasın, güvenli olsun, rengi şekli sade olsun gibi kriterler var.
Çok da fazla eşya ile doldurmak istemiyorum odayı. o yüzden az öz bir dolap ve karyola işimizi görecek gibi görünüyor.

Bebek arabasında oklar şu an Maclaren Tekno XLR puset i gösteriyor gibi.
Turuncu değil ama hafif :)
Tabi bir de bizim oto koltuğumuz zaten var ve Maclaren. Ona uyumlu tek araba da bu.