24 Temmuz 2012 Salı

Mahallenin En Mutlu Yumurcağı

Okumaya başladığım kitaplardan biri .


Minikten Öğrendiklerim

Minik oğlumu izliyorum. Öğrendiği kelimeleri sürekli tekrar ediyor. Aklına geldikçe ya da biz aklına getirdikçe. Tekrar ettikçe iyice öğreniyor, duyunca dikkatini çekiyor. Kelimeleri kendi söyleyebildiği gibi söylüyor. Lamba'ya amba diyor mesela. Adım adım gidiyor. Kelimeleri söylerken çok eğleniyor. Bizim ona sormamızdan da hoşlanıyor. Canı isterse söylüyor, istemezse söylemiyor.
Ve kelime hazinesine yeni kelimeler de eklemeye devam ediyor. Aslında yaptığı iş bayağı bir iş. Yeni bir dil öğreniyor, sıfırdan, duyarak sadece ve içgüdüleriyle. Ve o bu öğrenme sürecini yaşıyor.

Süreçten keyif almak buna deniyor sanırım. Öğrenemedim, yapamadım gibi negatif telkinler yok. Bir an önce öğrenmeliyim gibi bir derdi yok. Acaba iyi söyleyebiliyor muyum, ya da ya öğrenemezsem gibi durdurucu kaygılar yok. Ne yapıyorsam o diyor ve yaşamaya devam ediyor. 

Çok hoşuma gitti bu. Hepimiz böyle başlıyoruz. Sonra telkinler, kaygılar geliyor. 

5 Temmuz 2012 Perşembe

Çocuk ve Uyku

Slingomom Prof. Dr. Bengi Semerci'ye çocukların özellikle uyku eğitimi ile ilgili sorular sormuş. Semerci'nin yaklaşımları benim de hoşuma gitti. Yazının kaynağı burada.

Bizim de uykuya geçişlerle ilgili sıkıntılarımız var. Kucakta ya da emerek uyuyor. Tercihini kendisi yapıyor diyebilirim. Özellikle kucakta uyutma kısmı bizi epey bir zorluyor, çünkü kocaman oldu artık :)
Yatağını seviyor ama orada uykuya geçmeyi bilmiyor, biz de öğretmedik tabi. Yatağının yanına oturun vs diyorlar ama bu yatakların hep parmaklıkları var. yanına oturunca, yanına oturmuş olmuyorsun ki.

İşte sorular ve cevaplar:

Çocuk tereddüt ettiğinizi hissetmemeli. Konu ne olursa olsun.

Çocuğa bağırmak sorunu asla çözmez. Ona bağırmayı öğretirsiniz. Anne-babanın bağırıyor olması aslında çaresizliği gösterir. Çocuk bunu anlar ve bir süre sinmiş gibi gözükse de yaramazlığına devam eder.
Eğer ki çocuğunuzu yaptığı yaramazlıktan konuşarak vazgeçiremiyorsunuz, dikkatini başka bir şeye çekin. Ortam değiştirin.

Anne babanın aynı tutumda olması gerekiyor.

Küçük çocuğa seçim yaptırmayın. Bu onun için müthiş zor bir şeydir. Ona fırsat tanımak istiyorsanız eğer karşısına iki seçenek çıkarın. Üçüncüyü değil. Çocuk için çok rahatsız edici ve kaotik bir durumdur. Örneğin markete gittiniz, onun en sevdiği ürünlerin olduğu rafın önünde durdunuz ve ¨Hadi, bir tanesini seç¨ dediniz. Onun için çok zordur buna karar vermek. Bir türlü rahat edemez.

Anne babanın kesin ve kendinden emin konuşması, kuralları tereddüt etmeden uygulaması çocuk için çok önemlidir. Çocuğun rehberliğe ihtiyacı varıdır. Anne babanın ne yapacaklarını bilmiyor olması veya sık sık kararsız kalması çocuk için stres kaynağıdır.

6 aylık bir bebek eğer fizyolojik bir rahatsızlığı yoksa artık gece boyu deliksiz uyumaya başlayabilir.
Uyku eğitimi sadece bebek için değil aile için de önemlidir. Annenin de uykusunu alması gerekiyor çünkü.
Uyku rutini her yerde bahsediliyor. Gerçekten de üzerinde durulması gereken mutlaka çocuğua kazandırılması gereken bir süreçtir. Çocuğun rahatlaması ve hem fiziksel hem de ruhen uykuya hazırlanmasına yardımcıdır.
Çocuğa emzik harici bir uyku arkadaşını ilk günden itibaren edindirmek daha sonrası için kolaylık sağlayacaktır.

Parmak Emmek: Uzun süre parmak emen çocuğu bu davranışından vazgeçirmek zor olabilir. Devam etmesinin başka nedeni var mı bakmak gerekiyor. Bebeklik döneminde biberon ve memenin erken kesilmesiyle ilişkili olabilir. Duygusal yoksunluk, uyku, açlık duygusu ile parmak emme ilişkilendirilebilir. Özellikle uykuya geçme dönemlerinde parmak emme davranışı sıklaşır. Parmak emen çocuğu sık uyarmak, elini ağzından devamlı çekmek, kızmak, utandırmak olumlu sonuçlar vermemektedir. Bebeğin emziğini zamanı gelmeden almamak, özellikle uykuya dalma sırasında emmesine izin vermek parmak emmeyi engeller. Uykuya geçmede hafif pışpışlamak, masal anlatmak parmak emmeyi azaltmaktaymış.

Emziği zamanından önce bıraktırmak uyku bozukluklarına yol açabilir. 

Uyuyan çocuğu gece yarısı uyandıran aslında annesinin endişeleridir. Uyanacak mı, üstünü açtı mı, rahat mı, düşer mi, üşür mü, gidip baksam mı gibi endişeleri çocuk hisseder ve uyanır. Rahat olun. Eğer güvenliğinden eminseniz ve uygun şekilde giydirdiyseniz hiçbir şey olmaz. Bırakın uyusun.

Ebeveyni ile uyuyan çocuğu kendi yatağına geçirmek istemeyen aslında annenin/babanın ta kendisidir. Her ne kadar ¨hala bizimle uyuyor¨ diye şikayet etseniz de kalben onun sizi bırakmasını istemiyorsunuzdur. Onun yanınızda olması sizin tüm endişelerden arınmanızı sağlıyor aslında.

Uyku eğitimi demek illa çocuğu ağlatmak demek değildir. Daha yumuşak geçişleri de tercih edebilirsiniz. Onun yanına yatmadan, yatağının kenarında oturarak, masal anlatarak iyice gevşemesini sağlayın. Daha sonra sakin ve emin bir ses tonuyla tereddüte yer bırakmadan ¨Haydi bakalım uykuya. Herkes kendi yatağında uyuyacak. Biz buradayız, sen hiç merak etme¨ deyin. Hemen ilk gün odadan çıkamazsınız elbette. İlk günler teması gittikçe azaltarak sessizce uyuyana kadar bekleyin. Buna alıştıktan sonra sırada ışığı kapatıp odadan çıkma safhası var.

Gece çişe kaldırma: 3 yaşında bir çocuk gece yatağına yapmaz. Kaldırmayın. Yatmaya doğru sıvı alımını azaltın, yatağına koruyucu serin ve rahatlayın. Acaba altına yapar mı? diye de düşünmeyin. Yaparsa da yapar değiştirirsiniz. Rahat olun.

Gece Terörü: 2.5 yaş civarı ortaya çıkar. Çoğunlukla genetiktir. Çocuk gece yarısı ağlayarak uyanır, gözleri açık fakat hala uyku halindedir. Sabit bakar, vücudu gergindir ve durmadan ağlar. Asla uyandırmaya susturmaya çalışmayın. Yatağına yatırarak sırtını okşayarak sakinleşmesini sağlayın.

Korku: 6 yaşında kadar çocuklar gerçek ile fanteziyi ayırt edemezler. Anlayamadıkları şeyler onların korkmasına neden olur. Seyrettikleri, okuduklarından ziyade bu yaş döneminde korkuların ortaya çıkması olağandır. Yine de çevresel etkenlere dikkat etmek gerekiyor. Klasik masallar örneğin çocuk için rahatsız edici olabilir. Aslına bakarsanız o masallar çocuklar için yazılmamıştır. O yüzden en iyisi siz masal uydurun.

Tatiller, hastalıklar çocuğun uyku dahil tüm günlük yaşantısını etkiler. Bunu en aza indirmek için kuralları imkanlar dahilinde uygulamak gerekiyor. Örneğin, tatilde ¨aman canım yatıversin yanımızda¨ demek yerine, çocuk için de ayrı bir yatak hazırlamak; veya hastalık zamanı, kendi yatağınıza almak yerine onun odasında yatağının yanında kendinize bir yer hazırlamak gibi.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Aferin!

Daha önce Nihan'ın blogunda okumuştum.

‘Aferin!’ Demeyi Bırakmak İçin Beş İyi Sebep

Alfie Kohn - Pazartesi 19. Aralık, 2011



İster oyun parkında, ister bir okulda, ya da bir çocuğun doğum günü partisinde olun, en çok duyacağınız söz hiç şüphesiz ’Aferin!’ olacaktır. Küçücük bebekler bile ellerini birbirine vurdukları için övgü alırlar (‘Ne güzel el çırptın!’). Çoğumuz bu sözleri o kadar çok kullanırız ki, bunlar sanki ‘sözel tik’ haline gelmişlerdir.

Bir çok kitap ve makale bizi, çocuğa vurmak veya köşeye yollamak gibi cezalara karşı uyarır. Hatta bazıları bir adım ileri giderek, çocukları yiyecek veya çıkartmalarla rüşvete alıştırma  konusunda bizi iki kez düşünmeye davet eder. Ancak kibarca ‘olumlu pekiştirme’ olarak adlandıracağımız ‘aferin’ hakkında caydırıcı tek bir söz bile bulamazsınız.

Herhangi bir yanlış anlaşılmaya karşı belirtmeliyim ki, buradaki amaç çocukları desteklemenin ve cesaretlendirmenin, onları sevmenin, onlara sarılmanın veya kendilerini iyi hissetmelerine yardımcı olmanın önemini sorgulamak değildir. Fakat övmek, tamamen farklı bir şeydir. İşte nedenleri.

1. Manipülasyondur. Diyelim ki iki yaşında bir çocuğu yemeğini dökmeden yediği veya beş yaşında bir çocuğu resim malzemelerini topladığı için sözel olarak ödüllendiriyorsunuz. Bu ödülün aslında kime faydası vardır? Acaba çocuklara doğru bir şey yaptıklarını söylememizin, onların duygusal ihtiyaçlarını karşılamaktan çok kendi çıkarımıza olma olasılığı daha mı fazladır?

Kuzey Iowa Üniversitesi’nde eğitim profesörü olan Rheta DeVries, bu durumu ‘şeker kaplı kontrol’ olarak adlandırıyor. Maddi ödüller -hatta, cezalar- gibi bu yöntem de, çocukların bizim isteklerimize itaat etmelerini sağlamak için, onlara yaptığımız bir şeydir. İstediğimiz sonuca ulaşabiliriz (en azından bir süreliğine), ama bu çocuklarla beraber birşey yapmaktan çok farklıdır. Örneğin, sınıfta (ya da evde) sorun çıkmadan birarada olmanın yolları üzerine konuşmak, ya da yaptığımız (veya yapmadığımız) şeylerin diğer insanların üzerindeki etkileri hakkında çocuklarla sohbet etmek onlarla beraber bir şey yapmaktır. İkinci yaklaşım çocuklara daha saygılı olmakla kalmaz, aynı zamanda onların daha düşünceli insanlar olmalarına yardımcı olur.

Övgünün kısa vadede etkili olmasının esas nedeni, küçük çocukların onaylanmaya olan ihtiyaçlarıdır. Ancak bu bağımlılığı kendi çıkarlarımız doğrultusunda sömürmemek bizim sorumluluğumuzdur. Kendi hayatımızı biraz daha kolaylaştırmak için söylediğimiz bir  ‘Aferin!’, çocukların bu bağımlılığından faydalanmaya bir örnektir. Çocuklar, nasıl olduğunu açıklayamasalar da kendilerini kontrol edilmiş hissederler.

2. Övgü Bağımlılık Yaratır. Tabii ki her övgü, çocukların davranışlarını kontrol etmek için hesaplanarak yapılmış bir taktik değildir. Bazen, gerçekten yaptıkları şeyden etkilendiğimiz için çocukları iltifatlara boğarız. Böyle bir durumda bile, biraz daha dikkatli olmanın faydası vardır. Övgü, çocukların öz saygılarını desteklemek yerine, onların bize olan bağımlılığını arttırabilir. Biz her, ‘.............. yapmana bayıldım!’ veya ‘ Ne güzel bir ............... olmuş’ dediğimizde çocuklarımızı bizim değerlendirmemize, iyi ve kötü hakkındaki bizim yargılarımıza alıştırıp kendi yargılarını geliştirmekten mahrum bırakırız. Bu övgüler, kendi değerlerini bizi  neyin gülümsettiğine göre belirleyip, daha fazla onay için dilenmelerine sebep olacaktır.

Florida Üniversitesi’nde bir araştırmacı olan Mary Budd Rowe, öğretmenleri tarafından aşırı övülen öğrencilerin soruları cevaplarken daha çekingen davrandıklarını ve cevaplarını soru sorar gibi verdiklerini (‘sekiz mi?) saptamış. Bu öğrenciler, bir yetişkin onlarla aynı fikirde olmadığı zaman hemen kendi fikirlerinden vazgeçme eğilimi göstermişler. Aynı zamanda bu çocuklar, zor görevlerde daha çabuk pes edip diğer öğrencilerle fikirlerini paylaşmada daha az istekli davranmışlar.

Kısacası, ‘Aferin!’ çocuklara güven duygusu vermez, eninde sonunda kendilerini daha az güvende hissetmelerine sebep olur. Hatta, bol övgü bizi bir kısır döngüye bile sürükleyebilir; biz onları övdükçe onların övgüye olan ihtiyaçları artar ve daha fazla övmemiz gerekir. Ne yazık ki bu çocukların bazıları, yaptıkları şeyin iyi olup olmadığını onlara söyleyip sırtlarını sıvazlayacak birilerine ihtiyaç duyan yetişkinler haline gelecekler. Eminim evlatlarımız için istediğimiz şey bu değildir.

3. Çocuğun Keyfini Kaçırır. Bağımlılık konusunun yanı sıra bir çocuk elde ettiği başarıların tadını çıkarmayı, yapmayı öğrendiği şey ile gurur duymayı hak eder. Aynı zamanda ne zaman böyle hissedeceğine karar vermeyi de hak eder. Fakat her ‘Aferin!’ dediğimizde çocuğa ne hissetmesi gerektiğini söylüyoruz.

Elbette yaptığımız değerlendirmelerin uygun ve yönlendirmemizin gerekli olduğu zamanlar da var - özellikle küçük çocuklar ve okul öncesi çocuklar için. Ama sürekli bir değer yargısı bombardımanı çocukların gelişimi için ne gereklidir ne de faydalı. Ne yazık ki, ‘Aferin!’  demek de aynı ‘Berbat!’ demek gibi bir değerlendirmedir. Olumlu bir değerlendirmenin en önemli özelliği onun olumlu olması değil, bir değerlendirme olmasıdır. Ve insanlar ki bu gruba çocuklar da dahildir, yargılanmayı sevmezler.

Kızım bir şeyi ilk defa yaptığında ya da bir şeyi eskisinden daha iyi yaptığında  ben de çok mutlu olurum. Fakat onun şevkini kırmamak için dilimin ucuna gelen ‘Aferin!’i tutmaya çalışırım. Mutluluğunu benimle paylaşmasını isterim, benim düşüncelerimi beklemesini değil. Bana tereddütle ‘İyi olmuş mu?’ diye sormasındansa, ‘Başardım!’ dediğini duymak isterim (ki, çoğu zaman da öyle oluyor).

4. İlgisini Azaltır. ‘İyi bir resim olmuş!’ demek, biz baktığımız ve övdüğümüz sürece çocuğun resim yapmaya devam etmesini sağlayabilir. Fakat ABD’nin önde gelen okul öncesi eğitim uzmanı Lilian Katz; ‘ilgi ortadan kalktığında, birçok çocuk o etkinliği bir daha yapmaz’ diyerek bizi uyarır. Aslında çok sayıda bilimsel araştırma, yaptıkları şey için insanlar ne kadar çok ödüllendirilirse yaptıkları şeye olan ilgilerinin o oranda azaldığını ortaya koyuyor. Artık amaç resim çizmek, okumak, düşünmek, yaratmak değil - ister bir dondurma, ister bir çıkartma ya da sadece bir ‘aferin!’ olsun, ödülü almaktır.

Toronto Üniversitesi’nde Joe Grusec tarafından yürütülen bir araştırmada yaptıkları iyilikler için sık sık övgü alan çocukların günlük yaşamlarında diğer çocuklara kıyasla gittikçe daha az iyilik yaptıkları gözlemlenmiş. ‘Ona yardım ettiğin için seninle gurur duyuyorum!’ ya da ‘Ne iyi bir çocuksun!’ gibi sözleri her duyduklarında çocukların paylaşmaya veya yardım etmeye olan ilgilerinin azaldığı ortaya çıkmış. Yaptıkları iyi hareketler kendi içlerinde değerli olmaktan çıkıp bir yetişkinden alacakları tepki için yapılır hale gelmiş. İyilik yapmak sonuca ulaşmak için bir araç olmuş.

Övgü çocukları motive eder mi? Tabii ki. Çocukları övgü almaya motive eder. Ne yazık ki çoğu zaman övgü almalarına sebep olan şeye karşı ilgilerinin azalması pahasına.

5. Başarıyı Azaltmak. Çocukların bağımsızlığını, şevkini, ilgisini azalttığı yetmiyormuş gibi, ‘Aferin!’ demek aynı zamanda bir işi ne kadar iyi yaptıklarını da belirliyor. Araştırmacılar, yaratıcılık gerektiren bir işte yaptıkları iş için övgü alan çocukların bir sonraki işte hiç övgü almamış çocuklara göre daha fazla hata yaptıklarını ortaya koyuyorlar.

Bunun sebebi nedir? Övgü bir taraftan, ‘işini iyi yapmaya devam et’ baskısı yaratarak işin iyi yapılmasını engelliyor. Diğer taraftan da çocuklar, olumlu övgü almaya devam etmek kaygısıyla hareket etmeye başladıklarında yaratıcılık için gerekli olan risk alma istekleri ortadan kalkıyor.

Genelde ‘Aferin!’, insan hayatının salt görülebilen ve ölçülebilen davranışlara indirgendiği bir psikolojik yaklaşımdan miras kalmıştır. Ne yazık ki bu yaklaşım, davranışların altında yatan duygu, düşünce ve değerleri gözardı eder. Örneğin bir çocuk, övgü almak için ya da arkadaşının karnının doyduğundan emin olmak için yemeğini bir arkadaşı ile paylaşabilir. Paylaşmasına yapılan övgü, bu iki farklı dürtüyü gözardı eder. Daha da kötüsü, aslında istenmeyen dürtüyü körükler ki bu da çocukların gelecekte övgü peşinde koşmalarına sebep olur.

Övgünün gerçekten ne olduğunu - ve ne yaptığını - görmeye başladığınızda yetişkinlerin yarattığı bu aralıksız küçük övgü yağmurunun, kara tahta üzerine sürtülen tırnakların yarattığı etkiye sahip olduklarını anlayacaksınız. Hatta bir çocuğun, ebeveynine veya öğretmenine dönüp (aynı yapmacık ses tonu ile) ‘Aferin, iyi övgü!’ diyerek onlara kendi yaptıklarını tattırmasını desteklemeye başlarsınız.

Yine de bu kolay kolay kurtulunabilecek bir alışkanlık değildir. En azından başlarda ‘övmemek’ size garip gelebilir; çocuğunuza karşı soğuk davranıyormuş ya da ona birşeyleri eksik veriyormuşsunuz gibi hissedebilirsiniz. Ama kısa bir zaman içerisinde göreceksiniz ki çocuklarımızı övmemizin sebebi, onların bu övgüleri duyma ihtiyacından çok bizim bunları söylemeye olan ihtiyacımızdır. Eğer bu durum sizin için de geçerliyse ne yaptığınızı yeniden düşünmeye başlama zamanı gelmiş demektir.

Çocukların gerçekten ihtiyacı olan şey, koşulsuz şartsız desteğiniz ve sevginizdir. Bu, övmenin tam tersidir. ‘Aferin!’ in bir bağlayıcılığı vardır. Bizi memnun eden şeyleri yaptıkları ve bizim için kul köle oldukları sürece onlara ilgi, alaka ve onay vereceğimiz anlamına gelir.

İşte bu nokta, çocuklarımızı çok fazla ya da kolayca övdüğümüz eleştirisinden farklıdır. Bazıları, çocuklarımıza yaptığımız övgülerde daha cimri davranmamızı ve çocukların bu övgüleri ‘kazanmaları’ gerektiğini söylerler. Ancak sorun, günümüzde çocukların yaptıkları herşey için övgü almak istemeleri değildir. Esas sorun, sağlıklı değer yargıları geliştirmeleri ve ihtiyaçları olan yetenekleri kazanmaları yolunda onlara açıklamalarda ya da yardımda bulunacağımıza  kolaya kaçıp çocukları ödüllerle kontrol etmeye olan eğilimimizdir.

Peki çözüm nedir? Duruma göre değişir. Ancak ne söylemeyi tercih edersek edelim bu, çocuğun yaptığına yönelik değil, çocuğun kim olduğuna duyduğumuz sevgimizden ve samimiyetimizden kaynaklanması önemlidir. Koşulsuz destek sağlandığında ‘Aferin!’e gerek kalmaz ama koşulsuz desteğin olmadığı yerde de ‘Aferin!’ bile yetersiz kalacaktır.

Kötü davranışları ortadan kaldırmak için olumlu davranışları övmeyi seçmenin uzun vadede etkisi yoktur. İstenen sonucu aldığımızda bile, çocuğun ‘doğru davrandığı’nı söyleyemeyiz; doğrusu övgünün onu ‘doğru davrandırttığı’dır. Bunun alternatifi, çocuk ile beraber hareket edip, bu şekilde davranmasının sebeplerini bulmaya çalışmaktır. Bazen çocukların bize boyun eğmelerini sağlayacak yöntemler bulmak yerine kendi isteklerimizi tekrar gözden geçirmemiz gerekebilir. (Dört yaşında bir çocuğa ‘Aferin!’ diyerek onun uzun bir sınıf toplantısında ya da bir aile yemeğinde sessizce oturmasını sağlamaya çalışmak yerine küçük bir çocuktan böyle birşey istememizin mantıklı olup olmadığını sorgulamamız gibi.)

Aynı zamanda çocukları da karar verme sürecine dahil etmemiz gerekir. Eğer çocuk diğer insanları rahatsız eden şeyler yapıyorsa daha sonra onunla oturup ‘Bu sorunu çözmek için sence ne yapmamız gerekir?’ diye sormamız, tehdit veya rüşvetten muhtemelen daha etkili olacaktır. Bu yöntem, bir yandan çocuğun problem çözmeyi öğrenmesini desteklerken öte yandan ona fikirlerinin ve duygularının önemli olduğunu da gösterecektir. Tabii ki bu yöntem zaman, ilgi, yetenek ve cesaret gerektirir. Çocuk bizim uygun gördüğümüz şekilde davrandığında ona ‘Aferin!’ demek bütün bunları gerektirmez. İşte bu yüzden çocuklara ‘yaptırılan’ şeyler, çocuklarla ‘beraber’ yapılan şeylerden daha popülerdir.

Peki, çocuklar gerçekten etkileyici birşey yaptıklarında onlara ne diyeceğiz? İşte size üç olası davranış şekli:

* Hiçbir şey söylemeyin. Bazı insanlar çocuklardaki olumlu davranışların desteklenmesi konusunda ısrarcıdırlar çünkü gizliden gizliye bunların bir tesadüf olduğuna inanırlar. Eğer çocuklar temelde kötüyse o zaman onlara iyi olmaları için yapmacık bir sebep (yani, sözel bir ödül) verilmelidir. Ancak eğer insan doğasının kötülüğüne olan bu inancın temelsiz olduğu ortaya çıkarsa- ki birçok araştırma bunu göstermektedir - o zaman övgüye hiç gerek kalmayabilir.

* Gördüğünüz şeyi söyleyin. Basit ve içinde değerlendirme olmayan bir cümle (‘Ayakkabılarını kendin giymişsin’ veya sadece ‘Becermişsin’ gibi), çocuğunuza görüldüğünü hissettirir ve aynı zamanda becerdiği şey ile gurur duymasını sağlar. Başka durumlarda daha detaylı bir tanımlama gerekebilir. Eğer çocuğunuz bir resim çizdiyse dikkatinizi çeken şey hakkındaki görüşlerinizi –yargılamadan- söyleyebilirsiniz; ‘Kocaman bir dağ olmuş!’, ’Bugün ne çok mor kullanmışsın!’ gibi.

Eğer bir çocuk birini önemseyen ve cömertçe birşey yaparsa, kibarca dikkatini, yaptığı şeyin diğer kişi üzerinde yarattığı etkiye çekebilirsiniz; ‘Abigail’in yüzüne bak! Yemeğini paylaşmana çok sevinmiş gibi görünüyor.’ Bu, onun paylaşımı hakkında sizin ne düşündüğünüzün öne çıktığı övgüden tamamen farklıdır.

* Daha az konuşun, daha fazla sorun. Sorular, açıklamalardan daha da iyidir. Ona, çizdiği resimde en çok neyi beğendiğini sormak varken neden sizi etkileyen şeyi konuşasınız ki? ‘ En çok nereyi çizerken zorlandın?’ veya ‘Ayağı doğru boyutta çizmeyi nasıl başardın?’ diye sormak muhtemelen onun resim çizmeye olan ilgisini besleyecektir. Daha önce gördüğümüz gibi, ‘Aferin!’ demek tam tersi bir etki yaratabilir.


Bu bütün iltifatların, bütün teşekkürlerin, memnuniyet belirten herşeyin zararlı olduğu anlamına gelmez. Söylediğimiz şeyi neden söylediğimizi düşünmenin yanı sıra (gerçek bir coşku ifadesi, çocuğun gelecekteki davranışlarını kontrol etme çabasından daha iyidir), söylediğimiz şeyin gerçek etkilerini de düşünmemiz gerekir. Tepkilerimiz, çocuğun kendi hayatı üzerinde kontrolü olduğunu hissetmesine mi yardımcı oluyor, yoksa onay almak için sürekli bize bakmasına mı? Bu tepkiler, yaptığı şeye daha fazla heyecan duymasına mı yardımcı oluyor, yoksa o şeyi başı okşansın diye çabucak bitirmeye çalışmasına mı?

Bu sunulanlar yeni bir ezber gibi algılanmamalıdır. Esas olan, çocuklarımızın uzun vadede nasıl bireyler olarak gördüğümüzü unutmamamız ve söylediğimiz şeylerin onlar üzerindeki etkilerinin farkında olmamızdır. Kötü haber, olumlu pekiştirmenin o kadar da olumlu birşey olmadığıdır. İyi haber ise, onları desteklemek için övgüye ihtiyacınızın olmamasıdır.

Telif Hakkı © 2001, Alfie Kohn, Küçük Çocuklar, Eylül 2001 sayısından alınmıştır ve yazarın izni ile Selime Onmuş tarafından çevrilip basılmıştır. Bu konu hakkında daha fazla bilgi için lütfen www.alfiekohn.org adresini ziyaret edin.