18 Mayıs 2012 Cuma

0 - 3 Yaşın Önemi


Sabiha Paktuna Keskin'in makalelerini okuyorum. 0-3 Yaş için yazdığı aşağıdaki makaleyi beğendim. 
Buradan da okuyabilirsiniz. 

Bebekle anne arasında olağanüstü bir bağ vardır…

Bebek ile annesi arasında hissedilen bir bağ vardır. Bebek, bir oda dolusu insan içinde bile annesini fark eder. Ağlarken, annesinin kucağına gelince susar. Annesinin varlığında yaramazdır. O yokken, 'kuzu' gibidir. Değil kardeşi, telefondaki sesle bile annesini paylaşamaz. Daha pek çok durumda, görünmez olan çocuk-anne bağı görünür olur.


Çocuk ile annesi arasındaki bu bağın örselenmesi halinde, çocukta 'ayrılma anksiyetesi' ortaya çıkar. Çocuk içine kapanır, zihin ve lisan gelişimi durur, hatta geriler. Uyuyamaz, kabızlık çeker, aşırı terler, hırçındır ve öfke krizleri yaşar. Saçını kestirmez, tırnağını elletmez. Başına su dökmek sanki bir felakettir. İşte böyle durumlarda, görünmez sanılan çocuk-anne bağı, daha bir görünür olur.

Çocuk ile anne arasındaki bu bağ elle tutulur, gözle görünür olmadığından; çocukta ortaya çıkan içe kapanma ve gelişme gerilemesinin nedeni ilk bakışta anlaşılamayabilir. Sonuç olarak çocuk; 'huysuz, huzursuz, hırçın' olarak nitelenir. Bu davranışların altında yatan sebep araştırılmazsa; çocuğun sıkıntısı geçmediği gibi artarak devam eder. Öyle ki; davranışlarını da yaşam boyu etkiler.

Beyinde bu bağın gerçekleşmesinde rolü olan olağanüstü mekanizmaların keşfedilmesiyle birlikte, çocuk-anne bağının somut varlığı tartışmasız kabul ediliyor. Bu beyinsel yapıların keşfinden yıllar önce, bebek ile annesi arasında kurulan bu ilişkinin yetişkin davranışlarına olan etkisinden söz eden Bolwlby ve Ainsworth'ün isimleri, Himalayalar'da iki tepeye verilmiştir.

Bu çok özel beyin yapıları yaşamın ilk üç yılında kurgulanır. Etkileri ise, yaşam boyu sürer. Bir başka deyişle, yaşamın ilk üç yılında gerçekleşen anneye bağlanma sürecindeki herhangi bir olumsuzluk, bireyin davranışlarını yaşam boyu olumsuz olarak etkilemeye devam eder. 
0-3 yaş arasında "anneye bağlanma", "anneye bağımlılık" değildir. Bu yaşlarda bağlanmanın gerektiği biçimde olmaması, çocuğun gelişimini geriletir hatta durdurur…

Anneler de çocuklarına görünmez bir bağ ile bağlıdırlar…
Bu bağı zedeleyen her şey, annede de gerginlik yaratır. Yaptığımız araştırmalardan birinde, çocuğun anaokuluna gitmek üzere evden ayrılmasının dahi, annede derin bir kaygı yarattığını saptadık. Üstelik bu kaygı, annenin davranışlarına önemli ölçüde yansıyordu. Gerek bu çalışmanın sonucu, gerekse anne davranışları üzerine yapılmış olan diğer gözlemlere dayanarak, sebep ve süresi ne olursa olsun, bir annenin çocuğundan ayrılması halinde hissettiği endişenin 'kaybetme anksiyetesi' olduğu iddia edilebilir. Çünkü annenin, çocuğundan her ayrılışında onu kaybetme korkusuna kapıldığı açıktır.

Ayrılma anksiyetesi nedir?
Ayrılma anksiyetesi (korkusu); bebeğin kendisini koruyup kollayan, onun bakımını yapan kişinin, yani annenin yokluğunda, öz varlığının tehlikede olduğunu hissetmesidir.

Yaşamın ilk üç yılında çocuk, yaşayabilmek için bakıma muhtaçtır. O nedenle, annenin yokluğu, bu yaş çocuğu tarafından yaşamın sonu olarak algılanır ve anksiyeteye yol açar. Nitekim çocuk öz bakımını yapabilecek olgunluğa ulaşınca, annesine olan bağlanma ve dolayısıyla annesinden ayrıldığında hissettiği anksiyete ortadan kalkar.

Yaşamın ilk üç yılı boyunca, annenin sürekli sıcak, içten, koruyucu, kollayıcı davranışları sonunda kazanılan anneye bağlanma mekanizmaları, üçüncü yaştan sonra annenin kaybı ile anksiyeteye yol açmasa da, yetişkinin davranışları üzerindeki etkisini başka biçimde hissettirir.

Temel ihtiyaçları anne sıcaklığı ile anında karşılanan çocuk, bu sayede başkalarına güvenebilmenin temeline sahip olur. Aksi halde, yaşam boyu diğerlerine güvenmekte sıkıntı yaşar. Başkasına güven en zor kazanılan ama en çabuk kaybedilen duygudur. Yabancı birinin herhangi bir saldırısı üzerinde durulmaz, bu saldırı unutulur gider. Oysa güvenilen birinin en ufak bir yan bakışı, en ufak bir ters davranışı dahi asla affedilmez. İnsanın iç dünyasında silinmez izler bırakır. Çünkü güvenmek; kendini teslim etmektir. Böylesine hassas bir duygu olan güven, yaşamın ilk üç yılı boyunca anında ve sürekli bir şekilde özverili, koruyucu, kollayıcı anne davranışlarına karşılık olarak kazanılır. Aksi halde, yaşam boyu kazanılamaz. Eksikliği hep hissedilir. 

Sevgilerimle,
Prof.Dr. Sabiha Paktuna Keskin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder